‘Çiçek Açan Ressam: Abidin Dino’ – Fakir Baykurt*
23/03/2021Ressam olmasının yanı sıra karikatürist, yazar, film yönetmeni kimlikleriyle de bilinen ve çok yönlü bir kültür insanı olan Abidin Dino bugün 108 yaşında! Onun 108. yaşını, arkadaşı Fakir Baykurt’un 1987 yılında Abidin Dino’nun Almanya’nın Ruhr Bölgesi’nde açılan sergisi için kaleme aldığı portre ile kutluyoruz. İyi ki doğdun Abidin Dino…
Bir romancı olarak, ressam Abidin Dino üstüne neler söyleyebilirim?
O, 20. yy. Türkiye’sinin birçok bakımlardan temsilini üstlenebilecek bir insandır. Eli fırça tuttuğu kadar kalem de tutar. Tiyatro, sinema, edebiyat, yontu; sanatın türlü dallarında etkinlik göstermiştir. Yetmiş yılı aşan yaşamının yarıdan çoğunu, politik nedenler yüzünden, dışarılarda geçirmiştir. Türkiye, Sovyetler Birliği, İtalya, Fransa gibi ülkelerin seçkin sanatçılarıyla arkadaşlık etmiştir. Hem yaptıklarıyla hem de yüreğinde ve kafasında taşıdıklarıyla, Türkiye kültürünü dünyanın kırk köşesinde tanıtırken, dünya kültürünü de Türkiye’ye yansıtmıştır. Eşi edebiyat profesörü Güzin Dino ile birlikte yorulmaz, yaşlanmaz, aylık almaz, emekli olmaz iki kültür elçisi olduklarını söyleyebilirim.
Bütün görkemi, çelişkileri ve acılarıyla bitip gitmek üzere olan 20. yy’nin insanıdır Abidin Dino. Çağdaş uygarlığın sosyalizm olduğunu daha delikanlı yaşlarda kavramıştır. Yüreği, aklı, eli, onuru, gururu, her şeyiyle yurdunu ona ulaştırmaya çabalamıştır. İşçi sınıfından gelmediği halde yaşamını da sanatını da bu büyük sevdaya yatırmıştır.
20. yy. uzun geçmişlerden sürüp gelen karanlığın yırtıldığı yüzyıldır. Alman şairi Friedrich Schiller‘in dediği gibi “bütün insanların kardeş” olacağı “insanlık toplumu”na giden yolun kesin olarak açıldığı, işçi sınıfının politik iktidarının kurulduğu büyük yüzyıldır.
Abidin Dino bu acılı halkın çocuğudur. Sevinçlerle birlikte acılar onun resimlerinde sürekli çiçek açar.
1933’te Türkiye’ye gelen Sovyet rejisörü Yutkeviç‘le tanışmış, Leningrad’ta Lenfilm stüdyosunda üç yıl sinema çalışmış, sergiler açmıştır. Türkiye’de sıkıyönetim 1941’de onu Mecitözü’ne sürmüş, sonra Adana’ya aktarmıştır. İstanbul Üniversitesi’nin edebiyat doçenti Güzin Dikel, gönüllü olarak Adana’ya gelip öğretmenliğe başlamış, birbirini seven iki genç orada evlenmişlerdir. Yeni çiftin sürgünlük evi, halk çocukları içinden filiz veren Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi genç yazarların uğrak yeri olmuştur. Bunlar Dinolar’ın edebiyat işliğinden geçerek uluslararası büyük yazarlar olmuşlardır.
Bursa cezaevinde yatan Nazım Hikmet, 2.2.1943’te sonradan romancı olacak cezaevi derslerinin öğrencisi Kemal Tahir’e şöyle yazacaktı:
“Kerim Sadi’yi, karısını, Dino’yu, Boz Mehmet’i filân Anadolu’nun muhtelif yerlerine ayrı ayrı -Kerim’le karısını bile ayrı sürmüşler diye duydum. Bir bakıma memleketlerini tanırlar, fena olmaz.“
Tıpkı Nazım Hikmet gibi Abidin Dino da bunun “fena olmadığını” düşünüyordu. Sürgünlük yıllarında “yurdu yakından tanıma” olanaklarına bol bol kavuştu. Kendisinin dediğine göre, o güne dek uydurma, yapay bir köylü imgesi geçerliyken, Dino gerçek köylüyü, yoksul köylüyü, ırgadı, yaşadığı dramlar içinde yansıtacaktı. Bunu çizgi ve renkle yapmaktan başka sözle de deneyecek, önce “Kel” oyununu yayımlayacak (ki bu oyun Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılıp yok edilmiştir), Anadolu insanını bütün boyutlarıyla resme olduğu kadar, edebiyata da aktaracaktı. Bu işi aynı yıllarda ve sonra yapan, yapacak olanlarla aynı saflarda…
Türkiye 1950’ye doğru yaklaşırken Abidin Dino’nun yaşamı hareketlenmiştir. On üç yıldır cezaevlerinde çürütülen Nazım Hikmet Bursa’da açlık grevine başlamıştır. Yüreğinden hastadır. Öyküleri, romanları, taşlama şiirleri ve çıkardığı gülmece gazeteleriyle çeyrek yüzyıllık CHP iktidarını sarsan Sabahattin Ali, Trakya sınırında bir köyün topraklarında başına taşla vurularak öldürülmüştür. Pek çok genç şair, ressam sürgündedir. Abidin Dino yazılar yazarak, gazeteler çıkararak Nazım Hikmet’i kurtarma kampanyaları örgütlemiştir. Bu konuda epeyce etkili olmuştur.
1950’de İstanbul’da Vedat Günyol’la birlikte onu evinde ziyaret etme olanağı bulmuştum. Nazım Hikmet’in koğuş arkadaşı köylü ressam İbrahim Balaban’ın resimleri için sergi düzenlemeğe çalışıyordu. İkinci kez ise, aradan otuz beş yıl geçtikten sonra Paris’teki evlerinde ziyaret edebildim. On kişilik bir gruptuk, Almanya’dan gelmiştik. Abidin Dino gençlik yıllarını çoktan geride bırakmıştı. Gene de bir delikanlı gibi iyi giyiniyordu. Bir cezveleri, iki fincanları vardı. Eşiyle birlikte hepimize kahve yaptılar. 1951’de yurdu bırakıp çıkmışlar, bir daha dönmemişlerdi. Otuz beş yıldır dışarıda yaşayan duyarlı bir insan yurt dışında ne yapar? Düşlerini sürekli yurdunda görür. Aklı, düşüncesi sürekli yurdundan yana işler.
1931’de resimlediği ilk kitap Nazım Hikmet’in “Sesini Kaybeden Şehir“i idi. Sonra onun “Kurtuluş Savaşı Destanı“nı, “Memleketimden İnsan Manzaraları“nı çizgiledi. Yaşar Kemal’in “Ağrı Dağı Efsanesi“ni, “Deniz Küstü” romanını, Nasreddin Hoca fıkralarını birbirinden güzel çizimlerle donattı. O bir kitap resimleyicisi değildir kuşkusuz, ama alçakgönüllüdür. Genç şairler, yazarlar kitaplarına resim yaptırmak için başvururlar. Bir sihir, bir büyü vardır parmaklarında. Bütün büyük sanatçılar gibi kendinin olan bir biçemle (üslûpla) çizer. Doğrulup kalkmak isteyen, ama sürekli engellenen bir halkın resimleridir çizdikleri. İnsanlar, bizim insanlarımız o engelleri kırınca, dünyayı güzelliklere boğacak çiçekleri açtıracaklardır. Bunu bizlere sezdirir, duyurur…
Son yıllarda yontu (heykel) alanında da yapıtlar veren Abidin Dino bunları Ankara, İstanbul ve Paris’te sergilemiştir.
1939’da Balıkesir’de büyük boy “Savaş ve Barış” resimleri yapmıştı. Bu barış, demokrasi ve sosyalizm savaşçısı ressam, seramikten küçük heykellere, mühürlere, tuğralara kadar, kimi zaman gelenekten yararlanarak, sürekli yenilik denemiş, değişik tekniklerle yaptıklarını tek başına, gruplar halinde seyircilere sunmuştur. Onun sanatı, yaşamıyla iç içe geçerek bir “uzun yürüyüş” olmuştur. Bu adla düzenlediği sergilerini Vence’te, Paris’te, New York’ta da açmıştır.
Onu bu kez biz, Almanya’nın Ruhr Havzası’nda yaşayan yurttaşları, Essen şehri Kültür Müdürlüğü ile birlikte buraya çağırdık. Almanya’da bizler onun yurdundan bir buçuk milyon insanız. Bin metre, bin iki yüz metre yerlerin altından kömür çıkarıyor, yüksek fırınlarda demir eritiyoruz. Şehirlerin sokaklarını, bürolarını temizliyoruz. Onu ve eşi Güzin Dino’yu çeken buradaki işçi yurttaşları, onların yaşamları, acıları, sevinçleri, sorunlarıdır. Paris’te o alçakgönüllü evde yaptığımız söyleşiyi unutamıyorum. Bizlere uzun uzun Ahmet Fırıncı’yı anlatmıştı. Türkiye işçi sınıfının yetiştirdiği nice adsız evlâtlardan biri olan Ahmet Fırıncı’nın bir akrabası aramızdaydı.
Bu portreyi yazma görevini arkadaşlarım adına üstlenen ben, Türkiye’nin ve Türkçe’nin sıradan bir yazarı olarak onlara sevgi, saygı ve şükranlarla dolu yüreğimi sunuyorum.
Duisburg, 7.3.1987
*Kaynak: Fakir Baykurt, Dost Yüzler, Literatür Yayınları, Kasım 2018