Ceyda Karan: “Karşıt direnç odaklarının gelişemediği bir dünyada öngörülebilecek ilk şey kaotik gidişat” | Söyleşi

Ceyda Karan: “Karşıt direnç odaklarının gelişemediği bir dünyada öngörülebilecek ilk şey kaotik gidişat” | Söyleşi

04/05/2020 Kapalı Yazar: Fırtına Dergi

Çin’de ortaya çıkıp dünyaya yayılan ve gündelik yaşamı değiştiren Covid-19 nedeniyle sınırlar kapatıldı, uçuşlar durduruldu, ticari faaliyetler askıya alındı. 21. yüzyılın en büyük pandemisi olan Covid-19 vesilesiyle devletler ciddi bir sınav veriyor. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, IMF gibi kurumların varlığı ve geleceği sorgulanıyor.

RSFM’de ‘Eksen’ isimli analitik dış politika programının yapımcı ve sunucusu, gazeteci Ceyda Karan’ ile “Covid-19 sonrası dünya teorileri, kapitalizmin ve devletlerin bu salgından nasıl etkilendiği, toplumsal muhalefetin bu kriz anındaki davranışları üzerine konuştuk.


Kapitalizmin yapısal bir kriz içerisinde olduğu çoktandır söylenirken, bunun üzerine Covid-19’un gelmesi bir ‘şok’ etkisi yarattı. IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar ‘Büyük Buhran’dan bu yana karşılaşılan en büyük ‘resesyon’ uyarıları yapıyor. Dünya-kapitalizm, bu ‘şok’ öncesine dönebilir mi? Covid-19’dan sonra -ya da onunla birlikte- bizi nasıl bir dünya bekliyor?

IMF, Dünya Bankası gibi sistemin en güçlü kurumlarının 2008’de yaşanandan çok daha büyük bir kriz öngörüsü yaptığı koşullardayız. Doğrusu yaşanabilecekleri kestirmek zor. Öncelikle distopyayı andıran günlerden geçiyoruz. Becerebilenlerimiz evlerimize tıkıldık, devletler üretimi tamamen durdurmayı göze alamadıkları için emekçiler ‘ölüme rağmen üretmeye’ koşturuluyorlar. Bir takım kısıtlamalar, önlemler alınıyor ancak bir göz de ismi konulmamış ‘sürü bağışıklığında’…

Normalleşmenin asıl sebebi ağır ekonomik etkilerin dünyayı vuracak olması

Koronavirüsün aşısının bulunup bulunmayacağı, bağışıklık geliştirilmesinin mümkün olup olmayacağı henüz meçhulken, iki ay bile olmadan pek çok ülkede ‘normalleşmeden’, tedbirlerin aşamalı kaldırılmasından söz edilmeye başlandı. Elbette bunun asıl sebebi salgın kadar ağır ekonomik etkilerinin dünyayı vuracak olması. Pek çok sektörün ağır darbeler yediği, milyarlarca insanın işsizlikle karşı karşıya olduğu, hatta büyük boyutlarda açlık tehlikesinin bulunduğu bir ortamda böyle devam etmeyi göze alamıyorlar. Bütün bu olup bitenlerin siyasi sonuçları olmayacağını düşünmek mümkün değil.

Kimileri ulus devlet çerçevesinde bir kapanma öngörüyor, bundan da daha kamucu, hayırlı sonuçlar çıkabileceğini düşünüyor. Kimileri de küresel dayanışmanın güçlenmesi daha liberal ve sola eğilimli bir dünya umudunu dile getiriyor. İkisini de mümkün görmüyorum.

Oligarşik yapılar güçlenecek

Küreselleşmenin ulaştığı boyutlardan dönüşün mümkün olmadığı günümüzde öngörülebilecek olan, ülkeler arasında rekabeti ve kapışmayı, ülkeler içerisinde de çözülmeyi hızlandıracak bir süreç bence. İlk etapta farklı ülkelerde değişik biçimlerde oligarşik yapıların daha güçlendiği, otoriterleşmenin ‘güvenlik’ kaygılarıyla daha fazla kanıksandığı bir dünya aklıma düşüyor. Batı’da liberal demokratik söylemin ezileceği bir iklim… Liberal demokrasiyi bir çıkmaz olarak görüp prim vermeyen örgütlü solun bulunmadığı, karşıt direnç odaklarının gelişemediği bir dünyada öngörülebilecek ilk şey kaotik gidişat olabilir.

Modern dünya tarihinin en büyük küresel salgını, ABD hegemonyasının düşmekte olduğu bir dönemde ortaya çıktı. ABD’de Trump yönetiminin salgın kontrolü birçok açıdan fiyasko olarak niteleniyor. Diğer yandan salgının başındaki tutumu eleştirilse de Çin’in herkesten önce bu krizden kurtulması ve diğer ülkelere yardım eli uzatması, hegemonya yarışını hızlandırmışa benziyor. Covid-19, hegemonya sahnesindeki bu dengelerle nasıl oynadı?

Açıkçası ABD’de pandeminin ele alınış biçimi veyahut ortaya çıkan sonuçlar beni şaşırtmış değil. Kapitalizmin önde gelen ülkesindeki sağlık meseleleri on yıllar var ki tartışılır. ‘Obamacare’ yahut Trump versiyonu ile ilgili tartışmalar ortada. Sigorta şirketlerinin belirlediği, parası olmayanın bakılmadığı bu sistemin tek müsebbibi Trump değil. Bu şirketler ve lobi gruplarının en başta Demokratik Parti ile derin bağları gayet bilinen bir mesele. Dolayısıyla Trump olmasaydı da Demokrat bir başkan bulunsaydı özünde ne fark ederdi? Bence en fazla Trump’ın zırva söylemlerinin yerine daha süslü ve sorumlu açıklamalar alırdı, o kadar.

Sosyalizm kırıntılı devlet kapitalizminin pandemi ile başa çıkması gayet normal

Buna karşılık Çin’de bulunan ve ideolojik olarak Çin tipi merkeziyetçi sosyalizm kırıntılarını da barındıran devlet kapitalizminin böylesine bir pandemi ile başa çıkması, kültürel farklılıkları da hesaba katarsak gayet normal karşılamalı.

ABD’nin dünyanın yıpranmış olsa bile hegemonik gücü olarak bu işin peşini bırakacağını düşünmüyorum. İster Trump yeniden seçilsin isterse Biden seçilsin… Ellerindeki her tür aygıtı -en başta medya gibi ideolojik aygıtların tümünü- kullanarak pandeminin acısını Çin’den çıkartmaya çalışacakları kesin. Daha şimdiden işaretleri görünüyor. NYT gazetesi Çin’in ABD’de panik yaymak için dezenformasyon yarattığı haberlerinin altından bizzat Washington Examiner’ın muhabirinin yazdıkları çıkıveriyor. Bu koşullarda Çin’in de hegemonya savaşını tırmandırmaktan başka çaresinin bulunduğunu zannetmiyorum. Deyim yerindeyse ‘Amerika’yı yeniden keşfetmeyeceklerdir‘…

ABD-Çin denkleminde kurulan ‘iyicillik/kötücüllük‘ denklemlerini ise anlamsız buluyorum. Liberal demokrasiye inananlar ilkine, kendini solda konumlandıranlar ikincisine ‘iyicillik’ atfedip duruyorlar. Bakılacak olan yer sosyo-ekonomik yapı. Çin kültürünün Batı’daki bireyci/çıkarcılıktan uzak olduğu ve küresel hegemonyayı arzu etmeyeceği yönündeki beklentiyi de fazla iyimser buluyorum. Maddi koşullar ideolojik hattı da belirler, eninde sonunda.

Göçmen dalgası, yeni sağın yükselişi ve Brexit ile çalkalanan Avrupa Birliği(AB), Covid-19 krizinin merkezlerinden birisi olmasıyla birlikte geleceği daha da sorgulanır hale geldi. Kriz yönetimde AB’nin etkisizliği ve organize çözüm konusunda sınıfta kalması, İtalya ve İspanya gibi ülkelere yardımda yetersiz kalması kendi içerisinde tartışmaları büyüttü. Hatta ülkeler, işi gönderilen yardımlara ‘el koymaya’ kadar vardırdılar, yakın gelecekte bir ‘Avrupa Baharı’ gerçekleşebileceği ve AB’nin yaşayacağı krizler hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Ulus-üstü bir varlık olarak AB’nin bugünden yarına çökeceğini, çözüleceğini düşünmüyorum. Ancak bunun sebebi müthiş Avrupa değerleri filan değil. AB bir neoliberal proje ve zorlanmaya başlaması da yeni değil. Avrupa Anayasası’nı 2000’lerin başlarında gömdüklerinden bu yana zaten zorlanıyor. Gönülsüz üye Britanya’nın zorlaya zorlaya girmiş olduğu birlikten zorlana zorlana çıkmış olması koronadan çok önce başlamış bir sürecin tezahürleriydi. Mevzunun ‘değerler, demokrasi, halk iradesi’ kısmının ne büyük bir yalan olduğunu zaten Yunanistan örneğinde hep beraber gördük. Yunan halkının elbette ki kendi yöneticilerinin har vurup harman savurmalarının eşliğinde 2008 sürecinde yaşadıkları ekonomik krizi anımsayalım. Halkın AB’den ayrılma arzusunu sandıkta açıkça ifade etmesine filan bakan olmadı, Troyka ‘bedelini’ de ödetti Yunanistan’a. AB içinde enternasyonal dayanışma, devletleri yöneten yapıların kurulu ekonomik sistem ve rıza ilişkisini sürdürmeleriyle sınırlıdır. Macaristan da bunun son yıllardaki en bariz örneği. AB’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini koronavirüsle katlanacak olan krizin sınırlarının nereye varacağı belirleyecektir. Aşırı sağ, göçmen meselesi eşliğinde AB’yi çok zorlu günlerin bekleyeceğini söylemek mümkün.

Covid-19 öncesinde yapılan kimi tahlillerde de, ülkelerde ‘yeni faşizm’, otoriterleşme gibi uyarılar yapılıyordu. Ülkelerdeki hükümetler, koronavirüs salgınını kontrol etme bahanesiyle kendilerine olağanüstü yetkiler veriyorlar. İsrail’de Netanyahu, kendisi yargılayacak mahkemeleri ertelerken, İngiltere’den ABD’ye yönetimler kendilerine sonu belirsiz yetkiler tanıyorlar. Macaristan, Filipinler, Brezilya… Kapitalizm ve onun krizi, uzun süredir ‘normal’ olarak yönetilemiyordu. Covid-19 bu gidişi nasıl etkiledi-etkileyecek?

Etkiledi zaten. Bildiğimiz anlamda liberal demokrasi ve getirdiği özgürlükler temasının altı oyuluyor. Birey ve bireyin hakları üzerinden düşünmenin sınırları ortaya seriliyor. Bütün bunlar sosyo-ekonomik yapıdan bağımsız olarak var olamaz ki. Kapitalizmin görece refah getirebildiği durumlarda geçerli olan, kriz hakim olduğunda değişiverir. İnsanların güvenlik ihtiyacı devreye girdiğinde otoriterlik bağlamında rıza ilişkisi çok daha kolaylıkla kurulur. Şimdilerde de düne kadar kurulan ‘demokrasi-otoriterlik’ ikiliği şeklinde sunulanın altının aslında ne kadar boş olduğuna tanıklık ediyoruz. Demek ki, asıl mevzu zaten bu değildi. O zaman şu soruları yeniden sorabiliriz. Liberal-demokratik model dediğimiz kendi sistemine gerçekten temelden itiraz geliştiren fikirlere, akımlara da hoşgörülü müydü? Yoksa sistemin sınırları içerisinde, onun arzuladığı rıza ilişkisi içerisinde kalabilen itirazlara mı hoşgörülüydü? Yeni ‘normalin’ ne olacağı da buralardan çıkacak.

Dünya genelinde salgınla mücadelede iyi bir sınav verilemeyen bir süreçte; Libya ve Suriye’de operasyonlar yürüten, ekonomisinin ağır sıkıntılar baş gösterdiği ve siyasi krizlerden geçilmeyen Türkiye, 53 ülkeye yardım gönderdiğini açıkladı. Fabrikaların durmadığı ve ‘evde kalamayanların’ çalışmaya devam ettiği süreçte Türkiye nasıl bir tablo çiziyor?

Türkiye küresel neoliberal çarkın zaten bir parçası. İdeolojik sosu farklı sadece, ki o da Batı aleminde yükselenin bizatihi parçası. ABD ve Britanya’ya, onların siyasal modellerinin içine eklemlenen siyasal İslamcılığa dikkatle bakalım, zaten Türkiye’yi göreceğiz. ABD’de, Britanya’da liberal kamuoyunun ‘hassas değerler’ fikri üzerinden ‘ilericilikmiş’ gibi sunarak sahiplendiği İslamcılık onların çoktandır yeni ‘normalleri’. İslamcılık bu bağlamda bir Anglo-Sakson modelidir diyebiliriz rahatlıkla.

Emekçilerin haklarınının ellerinden alınması ‘hayır işlenmiş’ gibi sunuldu

Türkiye’deki siyasi heyetin bu krizi yönetme biçimine gelince. Tam de bekleneceği gibi yönetti. Eski Cumhuriyet’in tesis etmiş olduklarının gölgesi üzerinde İslamcılık oynayarak. Dini işin içine iyice karıştırarak. Krizde odaklandığımız iki mesele neydi? Sağlık Bakanı’nın açıklamaları -doğal olarak- ve Diyanet İşleri Başkanı’nın bitmek bilmeyen açıklamaları -ne alakası varsa-… Sağlık Bakanı’nın özel hastane sahibi olarak özel sektörle çıkar ilişkisini gerçekten tartışabilen bir Türkiye var mı? Türk tipi başkanlık sisteminde mümkün değil. Zaten sistemin kendisi bu. Diyanet’in fetvalarına toplumu alıştırmak içinse koronavirüs müthiş bir fırsat verdi yönetici elite. Oysa ucubelikler bir değil bin. Belediyelerin felaket hallerinde zaten yetkilerinde bulunan, esasen AKP iktidarının geçmişte çok faydalandığı kamusal işlere soyunmaları, bağış kampanyaları bir anda ‘devlet içinde devlet olmak’ şeklinde sunulabildi. Hukuksuzca hesaplar dondurulabildi. Fırsattan istifade emekçilerin çalışma yasalarından var olan hakları ellerinden alınıvermesi sanki ‘hayır işlenmiş’ gibi sunulabildi yine, ‘ücretsiz izin’ işten çıkartmanın aracısı kılınabildi çalışma saatleri 8 saatten çoook daha uzun hale şıp diye getirilebildi. Sonuç? ‘STÖ’leşmiş meclis muhalefeti zaten diledikleri yasaları geçiriyorlar diyerek öylece takılmaya devam edebilmekte. ‘Evde kal’ kampanyaları evlerinde kalabilmeye güçleri yetenler için. Evde kalamayanlar virüs mirüs demeden üretime devam ediyorlar. Maşallah orta sınıflar olarak hepimiz online alışverişle, evin kapısına kadar gelen malları alıp duruyoruz. ‘Yeni normalimiz’ çoktan gelmiş işte.

Bir de memlekette bunca sıkıntı yaşanırken dünyaya hava basma hikayesi var… E kusura bakılmasın ama ‘hava basmayacaklar’ da ne yapacaklar? Olup bitenler, dünyaya ‘insaniyet namına’ yardım göndermeler, hiç şaşırtıcı değil. Hepsi en başta ‘iç tüketimlik’ zaten artık ‘dış politika’ yerine ‘dış halkla ilişkiler politikası’ yahut ‘dış hava basma politikası’ demek daha yerinde olabilir. Bir de Batı’nın egemenleriyle onlarca sorunun hiçbir ehemmiyeti kalmamışken, ‘biz burada hazır ve de nazırız’ mesajı da barındırıyorsa, bundan ala ‘dış halkla ilişkiler politikası’ olabilir mi?

Covid-19 krizinin bazı çelişkileri daha görünür hale getirdiği ve kapitalizmin sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz. Solun ve toplumsal muhalefetin dağınık ve güçsüz olduğu bir ortamda, bu krizi toplumsal güçler mi kapitalistler mi fırsata çevirir?

Kapitalizmin bu kriz döngüsünden nasıl çıkacağı, fırsata çevirme meselesi yahut çıkıp çıkmayacağı kendiliğinden olacak bir işler değil. Karşıt bir güç merkezi, sıklet çıkması lazım. Ki dünya çapında baktığımızda bunun alametlerini göremiyoruz. Dolayısıyla kimlerin fırsata çevirmekte avantajlı olduğu ortada. Ha kapitalizmin tek yüzü varmış, o da liberal demokrasiymiş, o da ilelebet bakiymiş yanılgısı bir nebze sönümlenir mi? Kanımca bu bile bir fırsat olabilir.